BOYUN EĞMEYEN ŞİİRLER
Ak Alın Hocaya Sorular
De bize: Ey keremi bol, sadakatli oğul, ak alınlı hocam:
Nedir bizi ardına takan, ezelden ebede koşturan?
Dedi ki: İşe koşulan yoldaşlar vardır, abı hayatı arar:
Bir varmış bir yokmuş değil, hep vardı onlar hep orada.
Ey gülüşü demir eriten, kimdir göğsünü kalkan eden,
Akdeniz Karadeniz’e ve Kafkaslara, Balkanlara?
Dedi ki: Sadakatli oğul, kayayı delen ahsız Ferhat’tır:
Feryat bilmez o, bilim gürzü dalar sarp kayalara.
De bize, kimdir ekmeği fırında unutup bildiri dağıtan,
Söyle: Nasıl omuzladın Asya’nın yarıdan fazlasını?
Gılgamış gibi çalışıp duran, canavarı vuran adam,
Nasıl başardın çocuk gülüşünü seksen yıl saklamayı?
Söyle Hocam, nasıl başardın Çobanyıldızı olmayı,
Gökte yürüyüp toprakta yıldızlara karışmayı?
Dedi: Ruh ile beden örgütlenir yolda yoldaşlarla,
Sonra gider düşen bir halkı yerden kaldırır, kucaklar.
De bize sevgili hocam, nereden başlamalı derse?
Dedi ki: Ezilen sınıflar, toplanacak sınıfsız sınıfta.
Evvela ayıklamak gerekir bilim pirincinin ak taşlarını.
Bir elinde kalemin, öbür elinde devrim meşalesi:
Akacak gürül gürül bilimsel sosyalizmin şelalesi.
Adları okunur ilahi kurtuluş günü törenlerinde:
Cüneyt! Diye inler vatan okulunun mezunlar bahçesi.
Bir Kolordu kalkar ayağa: Buradayım! Burda!
Arka sıralarda Cesaret, elini kaldırır: Burdaaaa!
Orta saflarda Sadakat, iki elini kaldırır: Buradayım!
Dedim nereye gidiyorsun söyle bize ey bilge?
Ayağında botların da mı yok? Sırtında parkan hani?
Dedi: Filistin’de bıraktım, çocukların yoktu.
Sordum: Nereyedir yolun ey aydınlık yolcusu?
Dedi: Bir yere gittiğim yok, buradayım! Burdaaa!

